Daha önce kontrol için yarın Almanya'ya gidebileceği bildirilen Semih'in, yapılan kontroller neticesinde ameliyat edilmesine karar verildiği bildirildi. Prof. Dr. Ömer Taşer tarafından bu sabah yapılan kontrolün ardından ameliyata karar verildiği, yarın sabah Bakırköy Acıbadem Hastanesi'nde Semih'in sağ dizine artroskopi yapılacağı ifade edildi. Turkcell Süper Lig'in 11. haftasında 15 Kasım 2008'de Ankaraspor ile yapılan maçın 15. dakikasında sakatlanan Semih'in, çekilen MR'ı sonucunda dizinde kemik ödemi olduğu açıklanmıştı.
Fenerbahçe Kulübü Sağlık Kurulu Başkanı Prof. Dr. Taşer'in bu sabah tesislerde Semih'in yanı sıra sakatlıkları bulunan Emre ve Guiza'yı da kontrol ettiği bildirildi. Beşiktaş maçında darbeye bağlı ağrı şikayeti bulunan Güiza'nın sağ ayak kemiğinde şişlik bulunduğu, bu nedenle MR'ının çekileceği kaydedildi. Bu arada, Fenerbahçe'nin Brezilyalı futbolcusu Alex'in eşi Daianne'ye de sol dizindeki problem nedeniyle yarın artroskopi yapılacağı bildirildi.
Fenerbahçe'de Sakatların Son Durumu #4
Derbi Sonrası: Fenerbahçe 2 -1 Beşiktaş
Yazmayacaktım ama yine kendimi tutamadım. Zaten maçıda git-gel şeklide izledim. Cisse atıldıktan sonra ikinci yarı başlayana kadar maçı takip etmedim ama yine dayanayıp ikinci yarıdan itibaren maçı takip ettim. Bu Selçuk efendi de golcü oldu başımıza. Her derbi bir tane gol atıyor. Bana en çok koyanda Güiza'nın gol atmasıydı. Alex falan atsa bu kadar üzülmezdim. Adam durdu durdu bu maçta gol attı. Bizim ilk golün kopyası gibiydi zaten. Volkan degajı dikti top Güiza'nın önünde kaldı ve Rüştü'nün üstünden topu aşırttı, gol oldu. Bizim golde Rüştü'nün degajı, Ekrem'in ortası, Nobre'nin vuruşu ile golle sonuçlandı. 13. dakikada Zapo'nun kafa vuruşunda direkten dönen top hepimizi havaya sıçrattı ama ne yazık ki girmedi top. 40. dakikada Güiza öyle bir gol kaçırdı ki tekrardan gol kaçırma ustası olduğunu bize gösterdi. Carlos'un ortasında topa dokunamadı. Ayrıca 82. dakikada Carlos'un vurduğu top Ekrem'e çarptı ve direkten döndü.
Bir çift lafım var Mustafa Denizli'ye. Tello, Holosko ve Bobo üçlüsünü birden derbide yedek soyundurmak her baba yiğidin kalkışacağı bir iş değildir. Tello sakat diyolardı. Mustafa hoca geldiğinden belli performasında da çıkış vardı Şilili'nin. Hoca onu serbest oynatıyordu. Tamam Tello sakat peki neden Holosko onun yerine oynamadı, şaşırdım. İyi tamam Holosko'yu oynatmıyorsan Bobo'yu koy 11'e çift forvet oyna. Fenerbahçe'ye karşı korkak bir 11 çıkardı hoca. Çift ön libero ile başladık, Sivok ve Cisse ile. Uğur gibi bir adamın var illa çift ön libero oynayacaksan onu oynatsana. Çıkar Gökhan Zan'ı koy Sivok'u oraya bak bakiim nasıl taş gibi oluyor o defans göbeği. Gökhan Zan'ın neresini beğeniyorsa Mustafa Denizli anlamadım. Bu takımdan Serdar Kurtuluş'u kesti hoca İbrahim Toroman için, yazıklar olsun. Ekrem Dağ beğendiğim bir oyuncu, formanın hakkınıda verenlerden. Serdar Özkan iyice futbolu unutmuş daha ne diye onu ilk 11'e alıyor hoca anlamadım.
Fenerbahçe cephesine gelirsek Aragones'in hamlelerini beğendim. Tam Alex'in yorulduğu anda Josico'yu aldı ve takımın savunmasını güçlendirdi. Daha sonra Uğur Boral-Vederson değişikliği cuk diye oturdu. Semih yok diye seviniyordum ama bu sefer başımıza Kazım dadandı. Sene boyunca çıkardığı en iyi maçtır herhalde. Ben beğendim, beğenmeyenler olabilir. Fenerbahçe baştan sona kadar maçın kontrolünü elinde tuttu ve galip gelen taraf oldu. Banada rakibimizi tebrik etmek düşer...
Derbi Öncesi: Fenerbahçe-Beşiktaş
Derbi öncesi bir değerlendirme yazısı yazacaktım ama bugün evde olmadığımdan dolayı yazamadım. Bilgisayarı açar açmaz Holosko ve Tello'nun yedek soyunacağını gördüm. Kadroya baktım ve beğenmedim, hocanın tam ne düşündüğünü ve planladığınıda bilmiyorum. Şimdi biz deplasmanda galip gelirsek Aragones şutlanır gibi. Bu durumdan dolayı Mustafa Denizli psikolojik olarak 1-0 önde. Artık maçın gidişatını ve skorunuda oyuncular belirleyecek. Sezona çok iyi başlayan ve sonra duran kaptan Delgado'yu bu maçta görmek istiyoruz. Genellikle Fenerbahçe favori olarak görülmediği derbilere daha bir motive oluyor. Benim açımdan sevindirici haber Semih'in oynamaması. Güiza yine ileride tek başına kalacaktır ve Zapo-Sivok ikilisinin arasında kaybolacaktır. Bizim için gelecek erken bir gol maçı bize getirir. Bu sene çoğu maçı attığımız erken gollerle kazandık, diğerlerinide geri dönüş ile kazandık. Hakem Bünyamin Gezer hakkında konuşmak istemiyorum, inşallah güzel bir maç yönetir. Skor tahmini yaparak postu bitiriyim bari. 2-1 alırız. Gollerde Nobre ve Holosko'dan gelir. Unutmadan kadrolarıda veriyim;
FENERBAHÇE: Volkan, Gökhan, Lugano, Edu, R.Carlos, Selçuk, Kazım, Deivid, Uğur, Alex, Guiza
BEŞİKTAŞ: Rüştü, İbrahim Toraman, Gökhan Zan, Zapatocny, İbrahim Üzülmez, Sivok, Cisse, Ekrem, Delgado, Serdar Özkan, Nobre
* Fotoda bazı şeyleri hatırlatır herhalde. Uğur getirsin diye koydum. Göriim sizi çocuklar, utandırmayın bizi.Son bir not Paf takımımız deplasmanda Fenerbahçe'yi 4-1 yenmiş. Batuhan Karadeniz hat-trick yapmış. Koçum benim...
Ara
Bloga verilen bir ara değil bu, sadece benim açımdan verilen bir ara. Malum sınavlar... 10 gün kadar yazı giremeyeceğim buraya büyük bir ihtimalle. Şimdiden yazmak istediğim çok şey var zaten. 1 haftaya kadar birikir daha da üstünde konuşmak istediğim konular, bol bol yazarız o ara... İlgilenenlere ayrıca belirteyim bilgi amaçlı; Futbol Extra Dergisi'nin Aralık sayısında Rory Delap ve Eskişehirspor yazılarını okuyabilirsiniz, benim imzamın olduğu. 1 Aralık'ta çıkacak dergi, bir aksilik olmadığı takdirde.
Kısa bir süre sonra görüşmek üzere, burası diğer arkadaşlara emanet...
LaMarcus Aldridge
Portland Trail Blazers'in genç forveti LaMarcus Aldridge geçen gün verdiği demeçte maç içinde kendini basketbola vermediğini söyledi. Salonda iken sadece sahada olduğunu düşündüğünü, basketbolu unuttuğunu söyledi. LaMarcus ilk 7 maçta % 48 ile 19 , sayı son yedi maçta ise % 37 ile 12 sayı oynuyor..
Bu sene patlama beklediğim oyuncular arasındaydı ama elde patladı işte. Greg Oden'ın sakatlandığı zaman diliminde pota altı yükünü taşıyamadı. Şimdi Oden geldikten sonra daha iyi performanslar çıkarıyor ama istenen LaMarcus bu değil elbet.
Kuma
Galatasaray yönetimi, yardımcılarını kovduğu Skibbe'yi istifaya zorlamak için yeni bir adım attı. Skibbe bugün İstanbul'a beklenen Feldkamp'a bağlı çalışacak... Galatasaray yönetimi dün aldığı karar ile Karl Heinz Feldkamp'ı yeniden göreve getirdi. Geçen sezon bitime 6 hafta kala kulüpten ayrılan Alman hoca, geçtiğimiz ay maç izlemek ve teknik danışmanlık görevleriyle yeniden Galatasaray'a getirilmişti. Dün de Skibbe'ye bugün İstanbul'a gelmesi beklenen Feldkamp'a bağlı olarak çalışacağı bildirildi. Böylece Kalli daha aktif bir göreve geldi.
Üstüne kuma getirildi lafı bu habere cuk diye oturuyor. Skibbe tazminatını almadan kolay kolay istifa etmez...
Bradley Saunders => Kokain'den Dolayı Gözaltı
Boksörün evindeki kokainin değerinin yaklaşık 14 bin avro olduğu açıklandı..
Bu nasıl bir sporcudur yahu, daha 22 yaşında kariyerinin başında böyle bir hataya düşüp kokain alıyor.
Ama daha bunun gibi niceleri vardır..
ESPN Power Rankings
1 (1) Celtics:13-2
170
Blogda belediye takımlarına karşı olan tutumdan, antipatiden, bunun neden kaynaklandığından bahsetmiştik. O yazıda konu aldığımız takım Ankaraspor'du. Ankaraspor dışında İstanbul B.B var bir de ligimizde. İstanbul B.B'ye karşı, Ankaraspor'dan daha yumuşak bir bakış var insanların gözünde. Gerek lige yeni yükselmesinden, gerek pozitif futbol oynamaya çalışmasından, gerek Abdullah Avcı'dan, gerek yönetim anlayışından, gerek gösterdikleri devamlılıkla daha az futbolseverin tepkisini alıyorlar, Ankaraspor'a göre. Anadolu takımlarının en dikkat etmesi gereken noktalardan biri medya gazı. Bunun son kurbanı Bursaspor'dur bana göre. Bursaspor köklü bir camia, belli bir oturmuş düzeni var o kadar karışıklığın içinde bile, taraftarı var, heyecanı var. Toparlayabilir kendisini bir süre sonra, ancak bir belediye takımının buna daha çok dikkat etmesi gerekiyor. Geçen sezonun açılış maçında Fenerbahçe'yi harika bir futbolla mağlup etmişti İstanbul B.B, ilerleyen haftalarda da üst sıralarda gezmişlerdi. İlk yarının sonunda başlayan bir mağlubiyet serisi, felaket bir ikinci devre performansı, serbest düşüş ve yepyeni bir İstanbul B.B... Ne bir camiası var bu kulübün, ne futbolu yaşayan bir şehri, ne bir tarihi, ne de bir taraftarı. Melih Gökçek binbir kampanyayla getiriyor yine seyirciyi Asaş Stadı'na, peki İstanbul B.B'nin haline ne demeli? Bu hafta sonu İstanbul B.B-Hacettepe maçındaki biletli seyirci sayısını yazının başlığı olarak seçtim. 17 deplasman oynuyor bu takım, üstüne bir de taraftarı olan 5-10 takıma karşı Olimpiyat Stadı'nda deplasman oynuyor. Hacettepe maçının özet görüntülerini izletsen bir İngiliz'e, ne bu seyircisiz oynama cezası mı aldı bu takım der. Çok pardon, onu da diyemez, çünkü bu müthiş ceza sadece bizim ülkemizde uygulanıyor...
İstanbul B.B'nin kaderi belli. Kötü durumdalar ki iyi durumda olsalar bile gelebilecekleri yerler sınırlı yukarıda belirttiğimiz nedenlerden dolayı. Oynarlar Süper Lig'de 1 sene 3 sene 5 sene, neyse... Sonunda küme düşme potasında bulurlar kendilerini, kurtulamazlar da kolay kolay. 2.lige düştükten sonra da tonla para sayılan oyuncular da bir bir çıkarılır elden. Sonrası. Allah kurtarsın...
Merhaba Terlikseverler..
Öncelikle hepinizi selamlayarak başlıyorum. Adım Barış, blog işinde yeniyim. Kısa bir süre girdim işe, Mustafa arkadaşımız sağolsun bana bir teklifte bulundu, blog'da yazar mısın diye... Ben de blog'u önceden de takip ediyordum zaten. Mustafa da teklifte bulununca bir süre düşünüp kabul ettim. Umarım hep beraber iyi işler çıkarırız..
Still
Bu Yılın Çıkış Yapan Takımları
1) Hoffenheim: Geçen sezon Almanya 2.Ligi'ni 2.sırada tamamlayarak Bundesliga biletini almayı başardılar. Şu anda bulundukları durum fevkalade. İnanılmaz bir başarıya imza atıyorlar, ligde lider konumundalar. Bayern Munich, Schalke 04, Werder Bremen, Hamburg gibi takımların üstünde yer alıyorlar. 2.sırada Bayern Leverkusen'in 3 puan önündeler. Bu takımın ta en baştan çok kısa bir sürede buraya geldiği öyküsünü biliyordur herkes. Köy takımıydılar ki hala da öyleler. Bünyelerinde Ramazan Özcan ve Selim Teber gibi Türk oyuncuları barındırıyorlar. Selim takımın kaptanı, 10 numarası. Ramazan takımın 1.kalecisi ve bütün maçlarda kaleyi o korudu. Çok atıyorlar çok yiyorlar. Evlerinde henüz mağlubiyetleri yok. Genelde 10 galibiyet, 1 beraberlik, 3 mağlubiyet ile 31 puan topladılar. Teknik direktör Ralf Rangnick 2006 yılından beri takımın başında. Takımın en golcü ismi aynı zamanda Bundesliga'nın da en golcü ismi: Vedad Ibisevic. 15.haftası geride kalan ligde 16.golüne imza attı bu hafta sonu. Gol krallığı yarışında arkasındaki Grafite ve Helmes'in 11'er golleri bulunuyor. Ibisevic Eylül ayında oynanan Türkiye-Bosna Hersek maçında oyuna sonradan dahil olmuştu ancak milli takımda Hoffenheim'da olduğu kadar etkili değil. Bundaki en önemli etken de yanındaki Obasi. 22 yaşındaki Obasi, 2 yıl önce ülkesi Norveç'te yılın en iyi genç oyuncusu ödülüne layık görülmüştü. Kendilerine benzetilen Hull City'den çok farklı durumları. Gerçekten mükemmel futbol oynayarak geldiler buralara. Ligi zirvede bitirmeleri kolay değil ama ani bir düşüşle aşağı sıralara çakılacaklarını da düşünmüyorum. Ligi rahatlıkla üst sıralarda bitireceklerdir...
2) Ankaraspor: Ligimizde 12. hafta geride kaldı. Geçen sene bir Sivasspor çıkışı vardı. Bu sene Ankaraspor bayrağı teslim aldı. 2-3 hafta önceden yazsaydım yazıyı bu listeye Bursaspor'u da alırdım ama şimdiki durumları hiç de parlak değil. Neyse Ankaraspor'a tekrar dönelim. Geçen sezon yollarını ayırdığı Aykut Kocaman ile bu seneye başladı Gökçek. İlk haftalarda iyi oyununu puanla süsleyemiyordu Ankaraspor ama bunu da atlattılar. Aldıkları üst üste galibiyetler ile ilk 3'e yerleştiler. İç sahada 1 mağlubiyetleri, dış sahada ise 2 mağlubiyetleri var. Son 5 maçtır yenilmiyorlardı ama geçen hafta Fenerbahçe'ye deplasmanda yenilmekten kurtulamadılar. Bu haftada içeride Galatasaray ile berabere kaldılar. Geçen sezon 41 puan toplayıp, ligi 10. sırada bitirmişlerdi. Bu sene ise şimdide 23 puanları var. İnşallah takım bu çıkışını sene sonuna kadar devam ettirir. Geçen sezon beğendiğim oyunculardan biri olan De Nigris yoklara oynasa da Ankaraspor'daki gol sorununu Mehmet Çakır çözdü gibi. Toplamda 7 golü var ve gol krallığında 2. sırada.
3) Hull City: Dünyanın en prestijli ligi olan Premier Lig'de bu kadar iyi iş çıkarmak her baba yiğidin harcı değildir. Heleki ilk senesindeki bir takım için. Zaten geçen sene ligi 3. btirdiler ve play-off'larla buraya geldiler. Premier Lig'de 14. hafta sonunda 6 galibiyet, 4 beraberlik, 4 mağlubiyet ile 6. sıradalar. Normalde iç saha başarısı daha iyi olan bir takım ama son hafta düşüşe geçtiler. İç sahada 3 mağlubiyet, dış sahada 1 mağlubiyetleri var. Everton, M.City, Middlesbrough, Tottenham ve Blackburn gibi takımların üstünde yer alıyorlar. Ligdeki en golcü oyuncuları Deiberson Geovanni. Gol krallığında 6 golle 7.sırada. Defoe, Adebayor, Carew, Torres ve Martins gibi oyuncuların önünde bulunuyor. Ayrıca Geovanni takımın 10 numarası da. İnşallah Hull City'de bu performansını lig sonuna kadar yayar.
4) Napoli: Efsane tekrar mı dönüyor ne? İtalya Ligi'nde 13. hafta geride kaldı ve Napoli şu anda 3. sırada. Toplamda 7 galibiyet, 3 beraberlik, 3 mağlubiyet. Takımın iç sahada mağlubiyeti yok. O alınan 3 mağlubiyet ise dış sahada. Diego Armando Maradona'nın formasını giyip büyük zaferler yaşattığı köklü bir kulüp Napoli. Yakın tarihlerde takım ne ligde ne de Avrupa'da bir varlık gösterebildi. Geçen sezon ligi 8. sırada bitirdiler. İnşallah bu sene daha güzel yerde bitireceklerdir ligi. Takımın en golcü oyuncusu Marek Hamsik, yanlışım olabilir düzeltirsiniz. Bu çocuk daha çok genç izlemeye alınması lazım, çoğu takımın işini görebilecek tipte bir forvet.
5) OG Nice: Fransa Ligi'nin en büyük çıkışını yaptılar. Lyon'un 5 puan gerisinde 2. sıradalar. Genelde 8 galibiyet, 4 beraberlik, 3 mağlubiyetleri var. İç sahada daha mağlubiyet yüzü görmediler, o 3 mağlubiyeti de deplasmada aldılar. Bu sene Şampiyonlar Ligi'ne kalırlar gibi. İlk defa Fransa'da Lyon'u zorlayabilecek bir rakip gördüm. Hem deplasmanda hem iç sahada çok iyiler. Takımın en golcü oyuncusu Loic Remy. Attığı 6 golle takımını sırtlıyor. İnşallah Nice bu performansını devam ettirir. Yanılmıyorsam bu hafta dahil son 6 maçını kaybetmediler. Marsilya, Monaco, PSG, Toulose ve Bordeaux gibi takımların üstünde yer alıyorlar.
by Mustafa
Lucas Biglia
Yeni yapılanmaya giden Trabzonspor'un gündemine gelmişti yaz aylarında. Ersun hoca çok beğenmiş ve transfer edilmesi için talimatı vermişti ama 10 milyon euro'luk bonservis bedeli transferin askıya alınmasına neden olmuştu. Yetenekli çocuk diyorlar, yaşı da 22 imiş. Bundan sonra bu çocuğu takibe alacağım. Bakalım, Fenerbahçe için yararlı olur mu? Bonservis bedeli 10 milyon euro civarındaysa hiç de boş oyuncu değildir. Ayrıca Biglia geçen sezon Şampiyonlar Ligi Ön Elemeleri'nde Fenerbahçe'ye karşı forma giymişti. Dipnot olarak belirtelim...
Deplasman Sorunu
Yine bir deplasman yine kayıp. Bu sene deplasmanda bir tek Kocaelispor'u yenebildi Galatasaray. Bu deplasman fobisini nasıl çözecekler, merak ediyorum. Fenerbahçe'yi eleştirirken Galatasaray'ı unutmuştuk. Belki de Fenerbahçe hep mağlubiyet alıyor diyedir. Galatasaray hiç değilse 1 puan çıkartıyor. Skibbe verdiği kararlar nedeniyle spor yazarları tarafından ağır şekilde eleştirilmeye devam ediyor. Yine Galatasaray Gerets'e, Hagi'ye teklif yolladı haberleri çıkmaya başladı. Galatasaray evinde aslan, deplasmanda kedi. Bir an önce deplasmanda da aslan olmaya baksın, yoksa kaçan balık kötü olur.
Gol Ortalaması
Almanya Ligi: 3.8
İngiltere Ligi: 1.5
İtalya Ligi: 3.0
İspanya Ligi: 2.5
Fransa Ligi: 1.6
Türkiye Ligi: 1.3
Avrupa Ligleri'nde bu haftanın maçlarındaki gol ortalamaları. Almanya, Fransa, İtalya, İspanya fazla şaşırtıcı, sıradışı değil. Ancak İngiltere ve Türkiye'de alışılmadık bir hafta sonu yaşandı. İngiltere'de şampiyonluk adayları Man. Utd, Chelsea, Liverpool golsüz beraberliklerle yetindi. Türkiye'de Fenerbahçe, Galatasaray, Trabzonspor'un maçlarından gol sesi çıkmadı. Süper Lig'de 5 maç 0-0, Premier Lig'de 3 maç 0-0 3 maç 1-0'lık skorlarla tamamlandı. Bolton, Man. City, Bursa, Denizli de olmasa 0.8, 0.9 gibi gol ortalamalarıyla karşı karşıya kalabilirdik.
Cumartesi öğleni 0-0'lık Ankaragücü-Fenerbahçe maçını izledim, akşamki Galatasaray maçını kaçırdım. Pazar öğleni 0-0'lık Trabzon-Sivas maçını izledim. O maçtan sonra da akşamki Beşiktaş maçına çiziği atıp, Bremen ve Barca'yı izlemeyi tercih ettim. Hadi, ben 180 dakika işkence çektim, aynı işkenceyi 270 dakika çekenler de oldu. Ben izlediğim 180 dakikadan sonra Beşiktaş maçına çiziği atıyorsam, 270 dakika bu işkenceyi izleyenlerin kafasına silah dayasanız izletemezdiniz herhalde Beşiktaş maçını. Tabii Beşiktaş taraftarı değillerse...
Seri Bitti
Kendi çocuğu Guardiola ile iyi başlayamamıştı lige Barcelona. İlk haftada alınan Numancia mağlubiyeti, ikinci haftada gelen Santander beraberliğinin ardından Guardiola tartışılır olmuştu. Lakin çabuk toparladı durumu Barcelona. Önüne gelene 5-6 atmaya başlayan Barcelona ligde 9 maçlık bir galibiyet serisi yakaladı. Şampiyonlar Ligi'nde de Nou Camp'ta alınan Basel beraberliği dışında işler tıkırındaydı. Bu şartlar altında, kendi sahasında Getafe'yi ağırlayacak olan Barcelona'dan bir beşlik simit daha yapmalarını beklersiniz değil mi? Ben öyle bir maç bekledim en azından, ancak Getafe'nin ilk 10 dakikada verdiği görüntü kolay teslim olmayacakları yönündeydi. Barcelona bastırıyordu, yükleniyordu, net pozisyonlar bulamasa da fena gelmiyordu ama Messi'nin eksikliği hissediliyordu. Onun yokluğunda son adımda tıkandı hep Barcelona. Getafe de kaptığı toplarla hızlı çıkma çabası içerisindeydi ilk dakikadan beri. Dakikalar 20'yi gösterdiğinde ileriye gönderilen uzun topu aldı Manu, ceza sahası dışından sağ ayağının içiyle Valdes'in uzanamayacağı (Valdes neye uzanıyor, o da ayrı gerçi) yere gönderdi meşin yuvarlağı. Golden sonra da aynı çizgide uzun süre devam etti maç. 2.yarıda Henry de dahil oldu oyuna. Eto'o, Gudjohnsen, Xavi topyekün ileri çıktılar gol aramak için 60'tan sonra. Lakin gol ne Eto'o'dan ne Henry'den ne de Gudjohnsen'den geldi, sağ kanattan Alves kesti topu, gerilerden gelen Keita vurdu kafayı. 1-1'den sonraki görüntüyü maçı izlemeyenler bile tahmin edebilirler. Getafe gömüldü, Barça yüklendi. İyi direnç gösterirse bu dakikalarda skoru korumaya çalışan takımlar, golü de çok zor yerler. Öyle de oldu, 9 maçlık seri bozuldu. Barcelona hala lider ve Real Madrid'in 3 puan önünde. 14 Aralık'ta El Classico var, 3 hafta sonra yani. Barcelona'nın fikstürü zor. Önce Sevilla deplasmanına gidecekler, sonra Valencia'yı konuk edecekler, El Classico'nun ardından da Villareal'e konuk olacaklar. Barcelona'nın kaderinin belli olacağı ay olabilir önümüzdeki ay. Real Madrid'in durumu da Barcelona'dan çok farklı değil. Haftaya Getafe deplasmanındalar, sonra Sevilla'yla Barnebau'da oynayacaklar, El Classico'nun ardından da Valencia'yı ağırlayacaklar...
Numancia-A.Madrid maçının uzatma dakikalarını izledim. Son saniyede penaltı kazandı Numancia, beraberliği kurtardı. Atletico'nun penaltı talihsizliği Anfield Road'daki maçtan sonra burada da devam etti. NTV Spor'da maçı anlatan spiker de (2-3 dakika izlediğim için sesine çok da dikkat etmedim, kimin anlattığını bilmiyorum) Numancia'nın beraberliği söke söke aldığını, maçı hak ettiğini vurguladı, bir hayli yüksek ses tonuyla. Ya Numancia'nın çok güzel oyunundan etkilenip, ezilenden yanaydı spiker, ya da...
Lost - 5. Sezon
Spoiler içeren en geniş promo. Sawyer ve Juliet'i yakınlaşırken görüyoruz! Merakla yeni sezonu bekliyorum.
Gönderen Mustafa zaman: 17:30 1 yorum
Etiketler: televizyon
LeBron'u Almaya Az Kaldı
Cuma gecesi yaşanan takas furyasının New York Knicks açısından ne ifade ettiğini söylemeye gerek yok sanırım. Hedefteki isime ulaşmak için hamlelerine devam ediyor Knicks. Isiah Thomas döneminde çöplük haline gelen takımın (her anlamda) beli biraz doğrulmaya başladı gibi. D'Antoni'nin gelişi parkelere kısa sürede yansıdı. Sezona amaçsız, hedefsiz giren Knicks'in şu an galibiyet yüzdesi %50'nin üzerinde. Dün gece de 7 kişi oynadıkları maçta Wizards'a acımadılar. İlk 5 çıkan oyuncuların tamamı 40 dakikanın üzerinde süre aldı. Duhon dışında geri kalan dörtlü 20 sayı barajını geçti, ki Duhon da 10 sayı 11 asistle tamamladı maçı. Sahanın dışına çıktığımızda da iyi işler yapmaya başladığını görüyoruz Knicks'in. Salary cap konusunda büyük sıkıntıların varolduğunun farkındaydı Knicks'i yönetenler de bizim gibi, hamle yapmaya da başladılar. Kontratları 2010 yılında sona eren Tim Thomas ve Cuttino Mobley'e karşılık Mardy Collins ve Zach Randolhp gönderildi. Yine kontratı 2010 yılında sona erecek Al Harrington'a karşılık Jamaal Crawford gönderildi. Randolph ve Crawford'un gidişiyle de salary cap müthiş rahatladı. Bu sezon 100 milyon dolar olan cap, 2009-10 sezonunda 70 milyon dolara, 2010-11 sezonunda da 20 milyon dolara kadar düşecek. LeBron'u almaya az kaldı dedik ama 2010-11 sezonu Knicks adına LeBron ile sınırla kalmayacak, Amare-Bosh'a kadar taşacaktır muhtemelen...
Knicks taraftarlarına gelirsek... O kadar sabrettiler, 2 yılcık daha sabretsinler, dimi...
Yemekteyiz
Haber saatinden önce yayınlanan bu yemek (!) programına muhtemelen herkes denk gelip, bakmıştır biraz. Programı bilmeyen veya sadece ismen bilen kişilere tavsiyem uzak durmaları. Lakin, bu programı 10 dakikadan fazla izlediğiniz takdirde bırakamıyorsunuz, sigara gibi olmaya başlıyor o noktadan sonra. Bakalım yemeğini beğenecekler mi, bakalım kaç puan verecekler, bakalım Naim'in (yukarıdaki resimdeki kişi) evinde neler olacak derken haftada 10 saatinizi geçiriyorsunuz bu programın başında... Programın formatı çok basit. 5 yarışmacı, 5 günde sırayla yemeklerini yapıyor, geri kalan 4 yarışmacı da beğenisine (birinin yemeğini beğenene rastlamadım henüz) göre o gün yemeğe gittiği kişiye puan veriyor. Birbirlerine verdikleri fix puan 2 zaten. Duruma göre 1 veya 3 de olabiliyor...
Buraya kadar bir şey yok. Son derece basit, sıradan bir yemek programı tasvir ediyorsunuz kafanızda, ama hiç de öyle değil. Bakmayın post'un kategorisine "damak tadı" yazdığıma. Damak tadı dışında her türlü işlevi var programın. Entrikalar, kavgalar, tartışmalar, hakaretler, yarışmacıların birbirlerinin arkasından çevirdikleri oyunlar... Bir de aşk olsa, sür pembe dizi diye piyasaya, o derece... Yemeği yapacak arkadaşa 400 YTL'lik bütçe veriliyor. El insaf yahu! Orduya mı yemek hazırlayacak bu adam? Altı üstü 5 kişilik yemek yapacak, ki zaten yemeği yiyen falan da yok. Bir çatal batırıyorlar yemeğe, çiğnemeye başlıyorlar, tam o sırada yüzlerinin aldığı şekle bakarak "ulan gören de adama zehir yediriyorlar zannedecek" diye iç geçirttiriyor insana. Hatta daha ileri gidip, yemeği peçeteye çıkartıp, tuvalete koşanlar da var. Ulan, tamam güzel değil yemek anladık, çok berbat yapmış, adam bir boktan çakmıyor, sen gurmesin ustasın aslansın kaplansın bilirsin her şeyi ama ayıp yahu. Ne tiksindirici bir şeydir yemeği adamın gözünün önünde peçeteye çıkarmak. Bu kişilerin kendilerini savunma biçimleri de (kendilerini savunmayı da düşündüklerini zannetmiyorum açıkçası) oldukça manidar: "O an çıkarmak zorundaydım"... ?!?
Bir de çatal-bıçak-kaşıkların masaya dizilişlerini takıntı yapanlar var ki... O sağda olurmuş, içe dönük olurmuş, öbürküsünün bilmem neyi dışa dönük olurmuş, o sağda değil de solda olurmuş... Gören, her yemek de bunları santim kaçırmadan, tam tamına uygun bir şekilde uyguluyor sanır. Çatal bıçak hakkındaki ilginçlikler bunla da sınırlı değil, bir de takım olayı var. O çatalla bıçak takım olmazsa olmaz. Mümkün değil. Yenemez o yemek hayatta. İsterse Ferran Adria (bkz.Aceto) yapsın o yemekleri. Adam yemek fena değildi, güzeldi, yedik vs. vs. diyor, sen de diyorsun içinden "tamam bu adam 6-7 puan verecek herhalde". En son puanlama anı gelince; "masa örtüsünü beğenmedim, çatalın kıçı yanlış yere döndürülmüş, takım değillerdi, mutfak çok dağınıktı" diyerek elinde üstünde 2 yazan kocaman kartonu kaldırıyor. Çatal kaşık takımı bakmaya gitmiyorsun sen oraya, veya masa örtüsü... Yemek yemeye gidiyorsun...
Yazsam, sayfalar dolusu yazarım bu program hakkında da, yeterli sanırım bu kadarı. Geri kalan şovları kendiniz izleyip görün diyeceğim de, en başta dediğim gibi hiç bulaşmayın, hiç.
Arz ederim. (böyle bir yazının sonu, programın efsane kişisi Hasan abinin efsane repliğiyle bitirilmeliydi)
Gönderen Mesut Ulukök zaman: 22:13 3 yorum
Etiketler: damak tadı, televizyon
Beşiktaş Nereye Koşuyor?
Geçen sezon ULEB Cup'da çeyrek final oynayan, Türkiye'de normal sezonu lider bitiren, play-off'larda yarı finali gören Beşiktaş'ın nereye koştuğunu var mı bilen? Önce, gelen başarıda en büyük pay sahibi olan coach Ergin Ataman gitti Efes'e, ardından takımın en önemli parçaları olan Kaya-Sinan-Shumpert üçlüsü Efes'e doğru yol aldı Ataman'la birlikte. Kaya'yla birlikte pota altı gücünü oluşturan Nicevic de gitti, onların yedekleri Onur Aydın ve Drobjnak da gitti. İtalya Ligi sayı kralı sıfatıyla Türkiye'ye gelen ama yokları oynayan Apodaca da yol aldı ki, sanırım tek doğru kararı buydu Beşiktaş'ı yönetenlerin...
Bu kadar oyuncuyu gönderdikten sonra (saymadıklarım, gözden kaçırdıklarım da olabilir) en azından yine Shumpert, Nicevic ayarında oyuncular bekliyor insan... Austin, Chatman, Faison ve Stanojevic oldu Beşiktaş'ın yabancı tercihleri. Türk rotasyonuna da Ömer Ünver, Haluk Yıldırım, Muratcan Güler gibi eklentiler yapıldı. Geçen sezonki kadar olmasa da yine play-off'larda belli bir yere kadar yürüyebilecek bir kadro kurulmuştu ama sezonun başlamasıyla birlikte komediler de başladı Beşiktaş'ta. İlk maçta alınan Kepez galibiyetinin ardından yaprak dökümünü andırır biçimde bir bir ayrılmaya başladı takımdan yabancılar. Önce Stanojevic, ailevi sorunlarının olduğunu söyleyip Kiev'e gitti. Sonra Austin parasını alamadığını öne sürerek takımdan ayrıldı. Bu noktadan sonra Beşiktaş yöneticileri iyice kopmuş olacaklar ki, alelalece İspanya 5.Ligi'nde oynayan James Butler'ı kadroya kattı ?!? Kalan 2 yabancıdan Mire Chatman geçen hafta içi oynanan Aliağa Petkim maçına sakat olduğu gerekçesiyle çıkmamış, yemedik tabii. Diğer yabancı Faison'un da bedeni sahada sadece, kendisine ulaşılamıyor...
Tüm bu kaos içinde 5 maç arka arkaya kaybetti Beşiktaş. Çarşamba günü kaybedilen Aliağa Petkim maçı sonrası yine hareketlenmeler yaşandı basketbol şubesinde. Jeremy Baxter transferi bitirildi, Jeremy McCoy da yolda. Bugün oynanan Telekom maçında Chatman sahaya çıkmış, Faison da kendisini biraz toparlamış gibi. Ama insanın aklına şu soru geliyor tabii: Sen 2 oyuncunu paralarını ödemeyerek kaçırmışsın, 1'i de kaçtı kaçacak (Chatman), gidiyorsun transfer yapıyorsun. Bu adamların parasını nasıl ödemeyi düşünüyorsun?
Beşiktaş, yabancı oyuncularla belayı başına almış durumda kısacası. Hal böyle olunca da gözler Türk oyunculara dönüyor. Aliağa maçında Faison dışında tamamı Türk oyunculardan kurulu bir kadroyla mücadele etti Beşiktaş, Butler'ın oynadığı 3 dakikayı saymazsak. Türk Telekom'da Amerikalıların deyimiyle "garbage time" oyuncusu olan Adem Ören, maçın büyük bölümünde sahada kaldı. Yine geçen yıl bench oyuncusu olan Cevher Özer, takımını sırtlamaya çalışıyor. Muratcan, Haluk, Mehmet Yağmur'un çabaları alkışı hak ediyor. Bunlarla da bir yere kadar tabii. Tıkanıyorsun illa ki bir yerde. Unutmadan... Geçen yılın üçlük yarışması şampiyonu Ömer Ünver de pek ortalarda yok. Çok fazla süre de almıyor açıkçası, onun durumunu da merak ediyorum...
Bu kadar yazdık ama yarın yine çok farklı bir sabah olabilir Beşiktaş için. Her an bir aksiyon, bir hareket var takımda. Giden, gelen, konuşulan belli değil. Ama ortada olan bir şey var: Beşiktaş, Türk Telekom'a da kaybederek ligdeki 6.mağlubiyetini aldı ve işleri hiç ama hiç iyi gitmiyor...
Not: Blogun template'i ile çok fazla oynadık, farkındayız. Lakin en güzelini bulmaya çalışıyoruz. Önümüzdeki birkaç gün daha template arayışlarıyla geçecek, gün içerisinde değişecek yine muhtemelen, ayarlarınızla oynamayınız.
Tek Maçla Dünya Şampiyonluğu
Nasıl oluyor o iş diye soranlara açıklayalım hemen. www.ufwc.co.uk adlı siteden detaylıca bilgi sahibi olabilirsiniz bu "tek maçla Dünya şampiyonluğu" ile ilgili. Kısaca anlatmak gerekirse; 30 Kasım 1872'de oynanan İskoçya-İngiltere maçıyla başlayan, 2008'e kadar getirilmiş olan bir şampiyona (!) bu. Siteye göre ilk Dünya şampiyonu 1873 yılında İskoçya'yı 4-2 mağlup eden İngilizler. Sonrası zincir gibi. İngiltere yenilene kadar Dünya şampiyonu olarak kalıyor, yenildiği zaman, İngiltere'yi yenen takım Dünya şampiyonu oluyor. O da aynı şekilde derken, devam ediyor... Türkiye de bu siteye göre geçen yıl İnönü'de oynanan ve 3-0 kazanılan Macaristan maçı sonrası Dünya şampiyonu olmuş, bu ünvanı Yunanistan'a yenilerek kaybetmiş. Dün gece oynanan maçta İsveç'i 3-1 mağlup eden Hollanda ünvanı elinde bulunduruyor. Hollanda'nın sıradaki maçı Tunus'la...
Erdemir'de Olay Var
Konuyla ilgili bulabildiğim tek düzgün resim bu, küçük ama idare edeceğiz artık...
Galatasaray Cafe Crown, Beko Basketbol Ligi'nin 6.haftasında Erdemirspor'a konuk oldu dün akşam. Galatasaray Cafe Crown, ligin yeni ekibi Erdemirspor'u yendi yenmesine ama daha önemli şeyler olmuş salonda. Galatasaray taraftarlarıyla, Erdemir taraftarları arasında gerginlik yaşanmış ilk yarı boyunca, devre arasında da kavgaya dönüşmüş bu gerginlik. Polis falan derken olaylar çığrından çıkmış iyice tabii. Galatasaray taraftarları da çareyi sahanın içine atlamakta bulmuşlar. Oturmuşlar bir müddet sahanın ortasında, polis de büyük uğraşlar sonunda bu taraftarları salonun dışına çıkarmış.
Dün maçı canlı canlı takip ettim TBF'nin sitesinden, maç sonrası yorumlara da göz attım, bu olayla ilgili bir şeye rastlayamadım. Biraz önce Hürriyet'in sitesinde denk geldim, onlar da yazmasa inanılmaz gelişen, büyüyen, Avrupa'nın en iyi liglerinden biri olan ligimizde yaşanan bu olayı öğrenemeyecektim (!). Lige gelen oyuncuların kalitelerine eyvallah, takım kalitelerine eyvallah ama basketbol seyircisi yok ülkede doğru düzgün maalesef. Salonlara girmek hala işkence. Geçen hafta Oyak Renault-F.Bahçe Ülker maçına gittim. Maçın başlamasına 1 saat kala biletimi aldım, herkes doluşmuş kapının önüne, meğersem hala açılmamış kapılar. 45 dakika kala açılacak dediler, açtılar da, o kadar kişiyi tek bir kapıdan almaya kalkışınca görevliler, iki büklüm oldu herkes. O maç hakkında da ayrı bir yazı yazacaktım ama kısmet olmadı bir türlü, ben de bu olayı araya sıkıştırıvereyim dedim bari...
Michael Skibbe
"Skibbe futbolu bilmiyor", "Skibbe Galatasaray'ın ağırlığını kaldıramıyor", "Herr Skibbe defol git" gibi 2 kelimelik, basit yargılara dayanan cümlelerle yazar olduğunu, futbolu çok iyi bildiğini sanan çok fazla şahsiyet var. Aynı şekilde "Skibbe tam Galatasaray'ın yapısına uygun, karizmatik bir hoca", "Skibbe'nin kenardaki bakışları bile onun ne kadar iyi kalpli bir insan olduğunu gösteriyor", "Skibbe çok mütevazi, işine saygısı olan, Galatasaray'a yakışan bir hoca" gibi yorumlarla da genel fikrin negatifini savunmak, marjinal olmak için uğraşan bir kesim var. Skibbe'yi sokaktan getirmedi Galatasaray yönetimi, hayatında ilk kez futbol topu görmüyor, kaç yıl görmüş geçirmişliği var o çimler üzerinde. Futbolu bilmiyor diye kestirip atmak ne kadar kolay. Ayrıca ne karizmasından, ne de mütevaziliğinden dolayı geldi Skibbe Galatasaray'a. Playboy veya melek almıyor yönetim, teknik direktör alıyor... En büyük sorun da buradan kaynaklanıyor zaten. İnsanların büyük bir bölümü bir şey hakkında kesin bir yargı belirtme ihtiyacı duyuyor. İyi veya kötü, evet veya hayır, çirkin veya güzel gibi. İlla ki Skibbe gitsin, kalsın demek zorunda değilsin, yazarsın Skibbe şöyle bir adam, şu yönleri iyidir, şu yönleri kötüdür, Galatasaray'a faydalı olur veya olmaz... Bunu çok çok ufak bir kesim yapmakta. Yapımızdan mı kaynaklanıyor, neden kaynaklanıyor bilmiyorum ama, konuların detayına inmeyi, incelemeyi, analiz yapmayı pek sevmiyoruz. Skibbe iyi, Skibbe kötü. Tamam, bu kadar bitti. Neresi eğri, neresi doğru, neden kötü, neden iyi, ne yapılması gerekir gibi onlarca soruyu havada bırakan bir cümle...
Skibbe'nin doğru tercih olup olmadığı tartışılır. Sezon başında Uğur Meleke yaptığı Skibbe analizinde, Skibbe'nin eline yaşlı bir kadro verildiğini, Skibbe'nin genç oyuncularla bir yere geldiğini anlatmıştı ana hatlarıyla. Bu yüzden, Skibbe tercihinin doğruluğunun yanlışlığının tartışılması doğal ama Skibbe'nin gelişinden bu yana 4-5 ay geçti nerdeyse ve hala aynı muhabbet yapılıyor çokça kişiler tarafından. Skibbe tercihi çok iyi bir tercih olmayabilir ama biraz öne bakılmalı artık, Skibbe'yle nelerin yapılıp, yapılamayacağı irdelenmeli. Eldeki kadro yapısının Skibbe gibi bir teknik adam için çok uygun olmadığını düşünsem de, takıma oturtmaya çalıştığı oyun yapısını sonuna kadar destekliyorum. 2002'den sonra Avrupa'da ciddi şekilde dibe çökmüş, ortalama Avrupa takımlarına bile futbol olarak ezilmiş, bir direnç gösterememiş Galatasaray vardı. Bu sezona bakıyoruz... Steaua'ya elenilmiş sezon başında, başkan yarımız olan takıma elendik diye açıklama yapıyor. Steaua Galatasaray'ın yarısı falan değil, ortalama, Galatasaray'ı elemesi son derece doğal olan bir takım. Ancak kulübün başkanı böyle açıklama yaparsa, henüz 2.maçın ardından medyanın Skibbe'ye yaptığı baskı için de kızamazsınız birilerine. Galatasaray, Steaua maçlarını oynadığı sırada yaptığı transferlerin de fazla gazına geldi. Şimdi kafamızı çevirip o döneme baktığımızda, şimdiki takım ile arasında çok büyük bir fark olduğunu görüyoruz. Kolay değil, Skibbe yepyeni bir oyun anlayışı getiriyor ve bir takımın başına yeni gelmiş teknik direktöre tanınması gereken zamandan daha fazlasını hak ediyor. Misal, Feldkamp'tan sonra Feldkamp'ın felsefesini, oyun anlayışını devam ettirecek bir teknik adam getirseniz, ona daha az tahammül edebilirsiniz. Zira takımın oynayacağı oyun bellidir, felsefe bellidir, oyun anlayışı bellidir. Bir şeylerin değişmesi için çok fazla umutlu olamazsınız. Skibbe'nin aklındaki futboldan hala çok uzak Galatasaray, çünkü Galatasaray takımının belleğinde böyle bir futbol yok, ki ara ara belirmeye başladı Skibbe'nin kafasındaki şeyler. Sahaya yansımaya başladı. Bursaspor'a, Eskişehirspor'a kaybetmek elbette hoş değil veya G.Antep'e, Denizli'ye karşı kazanırken tatmin edici bir futbol oynanmaması da hoş değil. Lakin Galatasaray'ın oynadığı futbolu Denizli, Bursa maçlarıyla tartmamalı. Bu maçlar üzerinden uzun uzun çıkarımlarda bulunmamalı, uzun uzun analizler yapmamalı. Bu takımın oynadığı futbol hakkında fikir sahibi olmak için Fenerbahçe maçına bakılır, Benfica maçına bakılır, Trabzon maçına bakılır, Olympiakos maçına bakılır. Eh, bu maçlardaki tablo da çok kötü olmasa gerek...
Skibbe şu durumda ne yapsa suçlu olacak. Haftaya Ankaraspor maçında rotasyon yapsa neler neler denilecek, hele kaybederse. Ama şimdi Arda maçın ortasında kalp ritmiyle ilgili bir sorun yaşıyor, hemen Skibbe'nin gerekli rotasyonu yapmadığı, Arda'nın bundan dolayı sahada yığılıp kaldığından bahsediliyor. Alakası yok halbuki... Rotasyon yapmak bir gerekliliktir, sürekli aynı 11 ile çıkamazsınız maçlara ve Skibbe'nin rotasyon konusunda bazı eksiklikleri var ne yazık ki. Rotasyon kıvamında yapılmalı. 3-5 tane oyuncun olur belli, çok nadir kesersin onları. Şu anki Galatasaray'da kimdir desen; De Sanctis-Servet-Meira-Ayhan-Arda derim, kişiden kişiye bazı isimler farklılık gösterir bu listede. Ama geri kalan diğer futbolcular arasından; yeri gelir Baros oynar, yeri gelir Ümit oynar; yeri gelir Kewell oynar, yeri gelir Aydın oynar. Belli bir şablonu oturttuktan sonra, yedekler dahil tüm oyuncular bu şablona alıştıktan sonra, giren çıkan da pek fark etmez bir yerden sonra...
Devam ederiz daha sonra, yazılacak çok şey var Skibbe hakkında, şimdilik burada bırakalım...
Mağusa Türk Gücü
Taraftarı olduğum kulüp… Türkiye'de yaşayan çoğu kardeşimizin “Mağosa” diye tabir ettiği, bizim de ısrarla doğrusunu ögretmeye çalıştığımız şehir, (bkz. Lefkoşa-Lefkoşe) aslı “Mağusa”. 1945’te kurulan takım, sarı-yeşil renklere sahip. Alternatif renk ise beyaz. 7 Lig şampiyonluğu, 5 Federasyon kupası, 2 Cumhurbaşkanlığı kupası var kulübün müzesinde…
Şehir merkezi surlar ile kaplı. 2.Dünya Savaşı Dönemi'nde İngiltere himayesinde olan ülkede kıtlık yaşanmaktadır. Surlara hapsolmuş Mağusa'lılar, çareyi karga yiyerek hayatta kalmakta bulurlar. O gün bugündür, Mağusalılar "Garga" diye çağrılırlar ve bundan gurur duyarlar...
Lefkoşa doğumluyum ben, babam Mağusa'lı, ondan dolayı tam "Karga" değilim, ama yarıdan fazla olduğum kesin. Babam ve eniştem beni MTG'li yaptı. Takımın şu an maçlarını oynadığı stat olan Dr.Fazıl Küçük Stadı yaklaşık 5.000 kişilik. 1970'lerde MTG'nin maçlarını oynadığı saha ise Canbulat Stadı. İki tarafı surlar ile kaplı olan saha, belki de dünyadaki en ilginç ambiyansa sahip olan stat. Eskiden binlerce kişi maç günü surlar üzerindeki yerlerini alır, maçları oradan izlermiş. Bir tarafta Akdeniz, diğer tarafta futbol...
Eski günler demişken, takımın eski oyuncularından da bahsedelim. Kornerden direk gol atabilme özelliği olan (ki bunu bir-iki defa değil, çok kez yapmış olan) Galliga, Canbulat Stadı'nda oynarken vurduğu şutlar dışarıya gittiği takdirde, surlara vurup ortaya sahaya kadar geri dönebilen, kalecilerin “rüyasi” (daha sonra geleceğim) nam-ı diğer “Deli” Erdinç, KKTC’ye stoper pozisyonunu getiren adam Sadi Arap, efsane kaleci Mustafa Oraloğlu, Fikret Emino, Hasan Minik ve diğerleri…
Şutları ile tanınan “Deli” Erdinç ile bir röportaj yapıldı geçen hafta. MTG’nin efsane olduğu zamanlarda yaşadığı bir hikayeyi anlattı. Baf Ülkü Yurdu takımı, MTG deplasmanına gidiyor, o dönem Baf kalecisi Hikmet, otobüste hocasından kendisini bu maç oynatmamasını istiyor… Sebebi ise bir önceki gece Erdinç'i rüyasında kendisini salıncakta sallarken görmesi… Hocası “çıkıp, oynayacaksın” diyor. Sonuç: MTG 7-1 kazanıyor. Erdinç 4 gol…
MTG’nin Türkiye takımları ile yaptıkları maçlar da bir hayli ilginç. 1983 yılı öncesi, ambargolar daha ülkemizin üstünde kara bulut gibi dolaşmazken, 79-80 sezonu. Devre arası kampını Kıbrıs’ta yapmaya karar veriyor Zonguldakspor. O dönemin iyi takımlarından biri olan Zonguldak ile 2-2 berabere kalıyor MTG. Maç içinde kavga çıkıyor, Zonguldak zor çıkıyor sahadan. O Zonguldak ise tarihinde ilk ve son kez , Türkiye Ligi’ni 2. sırada bitiriyor o seneyi. Bir de deplasmanda 78 senesinde alınan Eskişehir beraberliği var, o da 2-2…
Takımın en büyük taraftar grubu "Ultra Crows". Enver, Doğan, Garalar… Ama bir “Cimbom Cemal” var ki, dünyada iki şey için ölür: Galatasaray ve MTG… Parası olmadığı halde bir yerden bulup her Fenerbahçe maçına “Kadıköy'e” gider… Arabasını satıp, o parayla Kopenhag’a gider… Her MTG maçında çekirdek yiyenlerin ellerine vurarak, onlara “sosyeteler, disko-bar değil burası, kalkın ayağa” diye bağırır.. Yürü be "Cimbom Cemal"..!
Takımın ezeli ve ebedi düşmanı “Gönyeli”. Yaklaşık 3 sene önce, bir maçta çıkan olaylar ile başlayan bu nefret, her geçen sezon artıyor. www.ultracrows.org adresinden fotoğrafları görebilirsiniz. Gönyeli’yi de tanıtacağız ilerleyen günlerde...
Sonuç olarak, ilk takım analizini yaptık. Renklerine gönül verdiğim takımımdan başlamayı
tercih ettim, takdir edersiniz ki... Unuttuğum bir şeyler varsa, yeniden yazacağım MTG hakkında… Ve ne kadar sempatizan toplarsam, o kadar iyi benim için...
2 ilginç anektod ile yazımızı sonlandıralım. MTG’nin 2006 yılındaki şampiyonluğunda büyük pay sahibi olan genç Kamerun’lu Eyong, şu an Hollanda’da Ajax forması giyiyor. Bu bizler için gurur verici bir olay. Diğeri ise; bilenler bilir, 1969-70 senesinde Fenerbahçe, Manchester City ile karşılaşmış ve City'i elemiştir. Deplasmandaki maç 0-0 bitince, sahaya dalan bir vatandaş, kaleci Yavuz’u sırtına alıp, tüm stadı dolaşır. Bu fotoğraf hala unutulmazlar arasındadır. İşte o adam, MTG’de top oynamış ve daha sonra kulübe başkanlık yapmış olan Mehmet Semmedi’dir…
Sağol babacığım, sağol eniştem, sağol Denizer abi… MTG’li olduğumu, taa buralarda Glasgow’da bile söylüyorum. Gülenler gülsün, biz “Garga”yız, ve “Welcome to the Republic of Garga”…(Son fotoğrafta sol tarafta eniştem, sağ tarafta babam)...
by deNNis
Taner Gülleri
Türkiye'de şehir şehir dönüp dolaşan, hemen hemen her yıl kulüp değiştiren, inişli-çıkışlı performanslar gösteren, değeri ne çok yükselen ne çok düşen, ortalama futbolcular vardır. Genellikle de forvet oyunculardır bunlar; Taner Demirbaş gibi, Murat Hacıoğlu gibi, Sertan Eser gibi, Zafer Biryol gibi, Okan Yılmaz gibi, Cenk İşler gibi ve Taner Gülleri gibi... Taner Gülleri'yi Süper Lig'i az çok takip eden herkes tanır. Nasıl oynadığı hakkında pek bir fikre sahip olmasa da, nasıl bir futbolcu olduğunu çok bilmese de, kulağı aşina olmuştur o isme izlediği maçlarda seyreden kişinin. 76 doğumlu Taner, kariyerinin son yıllarını yaşıyor. Adana Demirspor'da başlayan futbol hayatında, 13 kulüp değiştirdi. Bursaspor, Sakaryaspor, Erciyesspor, Antalyaspor, Kocaelispor... Hepsini gezdi, bazısına 2., hatta 3.defa gitti. 2006-07 sezonunun devre arasında transfer oldu Antalyaspor'dan Kocaelispor'a. Geçen sezon attığı 21 golle Bank Asya Ligi'nde gol kralı oldu. Kocaelispor'un lige çıkmasında nasıl en büyük pay sahibiyse, bu sezon da ligde tutunmak için çabalayan takımının en önemli parçalarından biri. Bu sezon oynadığı 12 maçta 5 gol attı, 3 asist yaptı. İşin ilginç tarafı; hem Galatasaray'a hem Fenerbahçe'ye hem Beşiktaş'a gol atmayı başardı, kolay iş değil. Attığı 5 golün 3'ü de bu maçlarda zaten...
Kocaelispor 5 puanla ligin son sırasına çakılmış vaziyette. İşleri zor, bana göre imkansız ve bu zor durumda Kocaelispor'un en güvendiği gol ayağı şüphesiz Taner Gülleri. 3 büyüklere karşı oynadığı futbolu, Anadolu takımlarına karşı da oynayabilirse, takımını biraz daha düzlüğe çıkarabilir yılların tecrübesi...
Ucuza Transfer
Belediye takımlarına karşı büyük bir antipati var memlekette. Olması da doğal, aslına bakılırsa. Futbolcu transferi başta olmak üzere, bol bol harcıyorlar parayı. Takımın elle tutulur bir geliri de olmayınca, büyük açıklar oluşuyor. Ankaraspor, İstanbul B.B forma satışından ne kadar para kazanıyor acaba? Veya bilet satışlarından? Ne kadar forma sattıklarını bilmiyorum ama Anadolu takımlarıyla yaptıkları maçlarda bilet fiyatlarının kişi başına 1 lira olduğunu biliyorum. Stada kalkan otobüsler, bedavaya maça götürülen çalışanlar...
Sadece bunlar bile belediye takımlarına antipati beslemek için yeterli, lakin alkışlanacak işler de yapıyorlar. Ankaraspor lige yükseldiğinden beri düşme tehlikesi yaşamayan ama üst sıraları da zorlayamayan bır takım niteliğinde. Üstelik her yaz transfere büyük paralar harcayıp hayal kırıklığına uğruyorlar. Bu sezona kadroyu tamamen bozmadan, bazı eklentilerle iyi bir giriş yaptılar. 11 maç sonunda topladığı 22 puanla 3.sırada Ankaraspor. De Nigris, Fredrik Risp gibi sağlam yabancı oyuncuların yanında Ediz Bahtiyaroğlu, Özer Hurmacı, Hürriyet Güçer, Adem Koçak, Uğur Demirkol, Murat Tosun gibi Türk oyuncular da takımın önemli isimleri. Bunların yanında 2 tane de sürpriz isim var: Başlığa adını veren ucuz transferler.
İlki; 90 doğumlu Liberya'lı Theo Weeks. Aykut Kocaman bir oyuncuyu izlemek için Cezayir'de oynanan bir milli maça gidiyor, orada Weeks'i fark ediyor. Sudan ucuza, 6 bin dolara kapıyorlar Weeks'i. Sezon öncesi yapılan laktat testlerinde, bu alanda geçen yılın 1.si olan Aurelio'yu dahi geride bırakıyor bu Liberya'lı. Ligin ilk haftasında Trabzonspor karşısında oynanan maçta, gördüğü kırmızı kartla iyi bir merhaba diyemese de Türkiye'ye, sonraki haftalarda dikkat çekmeyi başarıyor. Yeni Appiah, yeni Aurelio benzetmeleri var kendisi için. Yeni ... olacağını düşünmüyorum ben Weeks'in, Theo Weeks olacak... Çok geçmeden başlar Avrupa yolculuğu. Yaşı çok genç, kendisini geliştiribilirse gelecekte Avrupa'nın en iyi ön liberolarından biri olmaya aday. Fazla mı abartıyorum? Belki, ama her oyuncuyu kolay kolay abartmam, çok umutluyum Weeks'ten...
İkincisi; Madiou Konate. Transferin son gününde transfer edildi, yaklaşık 1 ay önce ilk kez forma giyme şansı buldu. İlk 3 maçında sonradan oyuna girip 2 gol kaydedince, kupa maçında formayı kaptı. İlk 11 çıktığı Malatya ağlarına 2 gol bıraktı, 1 de asist yaptı. Fenerbahçe maçında da sahadaydı. Norveç 2.Ligi'nde mücadele eden Honefoss takımından 40-50 bin dolara transfer edildi Senegal doğumlu oyuncu. 26 yaşında, geleceği hakkında Weeks kadar umutlu konuşamayabiliriz ama Ankaraspor onun için çok önemli bir basamak... Ve bana göre, bu 2 oyuncunun iyi performanslarının altında yatan en önemli neden, kariyerleri için Türkiye'nin çok büyük bir şans olması. Buranın değerini bilen yabancılar lazım takımlarımıza...
Yoğun Çarşamba
Eğer futbolda Türkiye ve Avrupa, basketbolda NBA ve TBL liglerini takip eden biriyseniz, hafta sonu muhakkak çok maç kaçırıyorsunuz. Rusya Ligi'nin bile yayın haklarının alındığı ülkemizde, artık pek çok ligi takip edebilmek mümkün. Yayınlanan lig ve karşılaşma sayısı arttıkça da aralardan bazı maçları feda etmek zorunda kalıyor, sporseverler. Hafta içleri haftasonlarına nazaran daha boş oluyor. 2-3 haftada bir UEFA Kupası, Şampiyonlar Ligi, Euroleague, ULEB Cup maçları, İtalya ve İngiltere'nin hafta arasına sıkıştırılmış lig maçları, kupa maçları... Bunların farklı zaman dilimlerinde olduğunu ve çoğu zaman çakışmadıklarını düşünürsek, daha rahat oluyoruz hafta içleri, ki bomboş olduğu zamanlar bile oluyor...
Anthony Morrow ve Willie Solomon
Anthony Morrow'dan başlayalım. 85 doğumlu Morrow'un ilk yılı NBA'de. Draftte dahi seçilmedi. Çaylak yılına da sessiz sedasız bir giriş yaptı Warriors'ta. İlk 1-2 haftalık dilimde göze çarpmadı hiç. Ancak dün inanılması güç bir maç çıkardı Georgia Tech çıkışlı, bu çaylak guard. Maça ilk 5'te başlayan Morrow, tam 42 dakika sahada kaldı Clippers karşısında. 11 ribaunt yaptı maç boyunca, 1 de asist. Bir guard için oldukça garip bir istatistik. Asıl bomba, sayı istatistiğinde. 20 şut kullandı maç boyunca ve bunların 15 tanesinde isabet buldu. 5'te 4 ile 3 sayı, 3'te 3 ile serbest atış kullandı Morrow ve gecenin sonunda 37 sayıya ulaşarak, kendisini tüm basketbolseverlere tanıttı şüphesiz. Bundan sonra yakın markajında olacak çoğu kişinin, ben de dahil olmak üzere...
Avrupa hikayesine hiç girmeyeceğim, bitmez bu yazı yoksa. Fenerbahçe Ülker'de geçirdiği harika yılların ardından 30 yaşında, 2.kez şansını denemek için NBA yolunu tuttu Solomon. Raptors ile imzaladı. 2007-08 sezonunda guard rotasyonunu T.J Ford ve Jose Calderon ikilisi ile götürmüştü Raptors. Aldığı kısıtlı sürelerde müthiş işler çıkartan Calderon, süresinin bölünmesinden şikayetçi oldu. Raptors yönetimi de Ford'u Pacers'a yollayıp, J.O'Neal'ı kattı kadrosuna. J.O'Neal-C.Bosh ikilisi, dışarıda onları besleyecek olan Calderon... Kağıt üstünde oldukça leziz gözüküyordu ama bu 3'lü ile yürümeyecekti takım elbette. T.J Ford gittikten sonra Calderon'u yedekleyecek guard ihtiyacı ortaya çıkmıştı. Hırvat milli takımı guardı Ukic'i ve Solomon'u kadrosuna katarak, yeterli gücü oluşturdu bu bölgede de Raptors. Sezon başından beri Calderon'dan dolayı pek şans bulamadı bu arkadaki ikili. Ancak bu gece Calderon'un sakatlığıyla Solomon-Ukic ikilisine büyük bir fırsat doğdu. Solomon mu daha çok süre alacaktı, yoksa Ukic mi, yoksa paylaşacaklar mıydı süreleri? Solomon başladı ilk 5'te ve 33 dakika sahada kaldı maç boyunca, Ukic yalnızca 15 kendisini gösterme fırsatı bulabildi. Ukic aldığı 15 dakikada sayı üretemedi, 2 ribaunt aldı, 4 asist yaptı. Ancak Solomon, Calderon'u aratmayan bir performans koydu ortaya. 5/9 saha içi isabeti, 2/5 3 sayı isabeti, 3/4 serbest atış isabeti ile 15 sayı kaydetti Solomon. 2'si hücum olmak üzere 4 de ribaunt çekti. Daha da önemlisi 11 asist yaparak, maçı double-double ile tamamladı. 1 de top çalmasını ekleyelim. 4 top kaybı da var, az sayılamayacak bir rakam. Nazar boncuğu diyelim ona da...
Lyon ve Roma
Fransa ve İtalya'da 2 büyük maç oynandı aynı saatlerde. Roma-Lazio derbisini izlemeyi planlıyordum, ancak Fransa Ligi'nden bu yıl hiç maç izlemediğim için Lyon-Bordeaux maçını tercih ettim. Maç öncesi Lyon 30 puanla lider, Bordeaux 24 puanla 6.ydı. Bordeaux maçı kazanması halinde hem Lyon ile olan puan farkını 3'e indirecek, hem de 2.sıraya kadar yükselecekti. Bordeaux'nun konumu açısından hayati öneme sahip bir maçtı bu maç kısacası. Özellikle ilk yarım saatlik bölümde bol bol gol pozisyonu izledik. Bordeaux çok kaçırdı, Lyon defansta açıklar verdi, gole kadar tek yakaladıkları pozisyon da Juninho'nun ortaladığı bir duran toptandı. 33.dakikada gol krallığı tahtında oturan Benzema sahneye çıktı, 5 dakika sonra Kallström uzaktan müthiş vurdu. Defanstan seken top öldürücü noktaya gitti, izlenmesi gereken bir gol. Galatasaray maçını yazarken göz ucuyla izledim 2.yarıyı. Bordeaux yine daha etkiliydi ama ilk yarıdaki gibi kaçırmaya devam ettiler. Claude Puel 80'de Juninho'yu çıkartıp, skoruyu korumaya yönelik hamle yaptı. 1 dakika sonra gol krallığında 2.sırada bulunan Cavenaghi farkı 1'e indirdi. Yetmedi bu gol, kazandı Lyon. Puanını 33 yaptı. Arkasında Gerets'li Marsilya (en baba klişe) var 26 puanla. Lyon ilk yarının sonlarına doğru vitesi arttırmaya başladı, son 7 seneye benzer bir son yaşayacağız gibi görünüyor. Olan Bordeaux'e oldu. Büyük fırsat teptiler...
Parçalı
İlaç oldu parçalı Galatasaray'a. Uzun zaman sonra ilk kez parçalı artı beyaz şortla sahaya çıktı Galatasaray diyeceğim ama o uzun süreyi hatırlamıyorum. Zira bu sezon parçalı yalnızca Steaua maçında giyildi. O da kırmızı şortla birlikte...
Banvit Alma, Aldırma
2005 yılında Bandırma'da oynanan Banvit-Galatasaray maçından sonra, Galatasaray taraftaları tarafından başlatılan bir kampanya "Banvit alma, aldırma" kampanyası. 24 Nisan 2005 tarihinde oynanacak olan maçta, 2 takım da Play-out hesapları yapıyordu. İki takım da küme düşmemek için ligin son sıralarında çırpınıyordu ve bu maç 2 takımın kaderini büyük ölçüde belirleyecekti. Banvit kazandı, Galatasaray Play-out oynadı. Önemli olan bunlar değildi, Banvit yönetiminin Galatasaray taraftarına karşı sergilediği tutumdu önemli olan. Banvit yönetimi, Galatasaray taraftarlarına ayrılan bölümün bilet fiyatlarını 120 YTL olarak belirlemişti. Aynı zamanda, Banvit kulübünün Bandırma'daki Fenerbahçe derneğiyle iletişime geçip, Banvit'i desteklemeleri için bedava bilet verebileceklerini söyledikleri iddiası ortaya atıldı. Bu doğru mudur, değil midir, bilinmez. Ben de çok iyi hatırlamıyorum bu olayları. O sene BBL'yi de çok sıkı takip etmiyordum. Gerek kalitesinden, gerek de Galatasaray'ın durumundan dolayı... Ancak 120 YTL'lik bilet fiyatı, "sen gelme"nin kibarcasıydı, belki de kabacası. Hoş değildi açıkçası...
Bireysel Değil, Kollektif Oyun
Uzun zamandır blogları takip etmekteyim. Medyada yazılan asparagas haberler dışında bizden bir şeyler bulmak, has.ktir vallahi benim aklıma gelmişti demek için takip ettim çoğunu. Daha sonra kalktım, bir blog da ben açtım. Ama anladım ki takım oyunu her zaman bireysel oyundan daha gösterişli, daha avantajlı. Bu yüzden hayatım boyunca tenise, bilardoya alışamadım…
KKTC Ligi'ne yönelik yazılan bir araştırma yazısına yazdığım bir yorum sonrası arkadaşlar beni davet ettiler, hiç düşünmeden tamam dedim. Sağolsunlar, birbirlerini tanımayan insanların aynı noktada buluşmasını sağlayan bir şey bu işte, adına ne derseniz deyin. Futbol, basketbol…
Adım Deniz, 22 yaşındayım, doğma büyüme Kıbrıs’lıyım. Makine mühendisi olduktan sonra soluğu İskoçya’da, Glasgow’da aldım. Şu anda master’ımı sürdürmekteyim. Profosyonel olarak basket oynadım, ilginçtir futbolu izlemeyi severim, oynamayı değil… KKTC’de spor yazarlığı yapmaktayım… Koyu Galatasaray'lı, kendi liginde MTG’li (sonra değineceğiz), NBA’de Lakers’lıyım, fakat tüm takımları seven bir kişiliğim… Ha Liverpool’u da unutmamak gerek. Onlara da sevgimiz bol..
Genel olarak KKTC, Kıbrıs, İskoçya Ligi ve NBA hakkında yazılar yazacağım… Turuncudan tok bir sarıya ve vişneye çalan kırmızısına aşık olduğum takım hakkında da yorumlarımı esirgemeyeceğim… Hoş geldim mi, artık bunu ilerleyen zamanlarda göreceğiz…
by deNNis
Mehmet Baturalp
Memlekette inciğinden boncuğuna, her şeyin bir yorumcusu, eleştirmeni, anlatanı var. İşini iyi yapanı da var, kötü yapanı da. Ama spor müsabakalarında (sadece futbol değil) yerlerde sürünüyor bu mesleği icra eden kişiler. Lig TV'de Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş maçını yorumlayan kişilerin, takımları gol kaçırdığında ağzından ahları, vahları kaçırdığına tanıklık ediyoruz. Basketbol maçlarında "Allah'tan şut göstermedi, 3 atış olurdu" diyenleri de biliyoruz. Teniste Nadal-Federer maçını yorumlayan kişinin Nadal fanatiğiyse maç boyunca Nadal'ın ne kadar güçlü, kondüsyonu yüksek bir tenisçi olduğundan bahsettiğini, Federer fanatiğiyse maç boyunca Federer'in gelmiş geçmiş en teknik oyuncu olduğunu, tenis dünyasının 1 numarası olduğunu dinliyoruz. Kulüp takımlarımızın Şampiyonlar Ligi ve UEFA Kupası'nda oynadığı maçlarda artık bayağılaşan, nefret ettiren vatan millet edebiyatlarını da biliyoruz. Sinan Şamil Sam'ın boks maçını anlatırken, Sinan'ın rakibinden bir araba dayak yemesine rağmen maçı anlatan kişinin "bu roundu aldık, puanlamada öndeyiz" demelerine, kaybedince de hakemlerin milliyetlerinden girip giydirmelerini de biliyoruz...
Gönderen Mesut Ulukök zaman: 14:28 1 yorum
Etiketler: basketbol, medya, televizyon
Lincoln vs Alex
Lincoln'ün geldiği ilk günden beri dillerde bu karşılaştırma. Nefret ettirecek seviyede arttı bu karşılaştırmalar. Patlayacaktı sonunda biri, Lincoln oldu bu. Birkaç maç hariç varlığıyla yokluğu belli olmadı geçen sezon Galatasaray'da. Kötü futbolundan çok çıtkırıldım oynaması tepki çekti. Yerlerde sürünerek oynamasıyla ilgili çok fazla üzerine gidildi bana göre haksız yere. Çok fazla atmadı mı, abartmadı mı? Evet attı, abarttı ama bunlar, Lincoln'e yapılan onlarca faulün görmezden gelinmesine neden değildi. Bu seneki değişim inanılmaz Lincoln'de. Skibbe'nin gelişine mi bağlarsınız, neye bağlarsınız bilemem. İstatistikleri verelim 2 büyüğün Brezilya'lılarının, sözü size bırakalım...
Haftasonu NBA
15 Kasım Cumartesi / New Orleans-Portland - 03.00 / NBA TV